Skip to main content

 

Yalnızlık, her birimizde farklı duyguları ortaya çıkarıyor, bazılarımız yalnızlığını kendine dair meseleleri anlamak için kullanabilirken bazılarımız sonsuz bir kuyuymuş gibi içinden hızla kaçmak istiyor. Winnicott, yalnız kalma kapasitesini yalnızlığı huzurlu bir şekilde deneyimleyebilmek üzerinden tanımlar. Ancak yalnız kalma kapasitesi bir paradoksa dayanır: birisinin varlığında yalnız olmak. Aslında huzurla yalnız kalabilmek için içsel olarak birisinin varlığını hissetmeye ihtiyaç duyarız. 

Kişinin yalnız kalma kapasitesi bebeklik döneminde gelişmeye başlar. Birincil bakım veren, genellikle anne, bebeğin ihtiyaçlarını gidermek konusunda tutarlı olabildiyse, sevgisini ve şefkatini hissettirebildiyse, dolayısıyla annenin varlığına güven duymak mümkün olduysa bebek annenin olmadığı anlarda yalnızlıktan keyif alabilmeye başlar. Çünkü ihtiyaç anında ulaşabileceğini hissettiği güvenli bir Öteki vardır, bu inanç geliştiğinde yalnızlık korkutucu bir şey olmaktan çıkar. Bunun için yeterince iyi bir ebeveyne ihtiyaç vardır. Yalnız kalma kapasitesi paradoks bir şekilde birisinin varlığına da her daim inanmayı içerir. 

Yeterince iyi ebeveynlikle büyüyen bir bebeğin egosu zamanla güçlenmeye başlar. Başlarda bebeğin egosu henüz güçsüzken annenin varlığına ihtiyaç vardır. Annenin sakinleştirici, kapsayıcı, şefkatli ve güven verici tutumu bebek tarafından zamanla iyi nesne olarak içselleştirilir, kendi egosunun parçası haline gelir. İçsel iyi nesneler arttıkça ve ego güçlendikçe bebeğin dışsal ihtiyacı azalır. İçsel iyi nesneler sayesinde hayata daha güven dolu bakabilir. Bu sayede bir uyaranın yokluğunda da huzurla dinlenebilir, kendi içine odaklanabilir. 

Yalnız kalma kapasitesi egonun bütünleşmesine ve kişiliğin oluşmasına bağlıdır. Bunun için ise içsel iyi nesnelere ihtiyaç vardır. Bebek kendi kişiliğini bütünleştirmeye başladıkça “ben varım” dediği bir noktaya ulaşır: anneden ve ötekilerden ayrı olarak ben diyebilmek. “Ben varım” diyemeyen bir kişi “ben yalnızım” da diyemez.  

Yalnız kalma kapasitesi içinde kişinin kendi kendisini yatıştırabilmesini, kendi duygularına ve düşüncelerine alan açabilmesini, iç dünyasını keşfedebilmesini, arzularını doyurabilmesini veya dönüştürebilmesini ve aslında temelde kendi ego gereksinimlerine odaklanabilmesini içerir. Aksi halde kişi çevresel uyaranlara verdiği tepkiler üzerinden hayatını ilerletir, soluklanma alanı adeta yok olur. 

Temelini ilk yıllardan alan yalnız kalma kapasitesi çocuk Ödipal döneme ulaştığında yeniden bir sınava tabi olur. Bu döneme kadar genellikle annenin birincil meşguliyeti halinde olan bebek artık annenin tek arzusu olmadığını fark eder. Araya yeni birisi girmiştir: baba. Çocuk dışarda kalmayı, Öteki olmayı, yalnız kalmayı bu ilişkide deneyimler. Anne ve babanın kendisinden ayrı farklı bir ilişkileri olması çocukta agresyon, kıskançlık gibi birçok duyguyu uyandırır. Bu dönemde dışarda kalmaya dair duygularını sindirebilen bir çocuğun yalnız kalma kapasitesi de artar.

Yalnız kalma kapasitesi sevme kapasitesidir der Winnicott. Çünkü sağlıklı bir ilişki için kişinin yalnızlığından da keyif alabiliyor olması çok önemlidir. Çünkü yalnız kalabilen kişi kendisine bakabilen, kendi ihtiyaçlarını ve arzularını daha derinlemesine keşfedebilen kişidir. Bu alanı kendisine verebilen biri benzer bir alanı karşıdakine de sağlayabilir. Bu, birçok şeyin daha huzurla ilerleyebilmesi için iyi bir adımdır. 

Kaynak: Winnicott, D. W. (1958). The capacity to be alone. The International Journal of Psychoanalysis, 39, 416–420.

Görsel: Happiness, Odysseas Oikonomou